4 Kasım 2007 Pazar

Portakal Yemenin Usulü

Ben; bizardan anlatacağım, “Portakal Yemede Radikal Çözümler” durumunun her ailede yaşandığını düşünüyorum. Ama korkarım ki bu Elmasoğlu ailesinin tarhinde yaşanmış özel bir dönemdir.

Portakal ilk dönemlerde şöyle soyulurdu;
Önce kafası kesilirdi. Sonra bıçağın sivri ucu, portakalın kenarından sokulur ve daire şeklinde kabul ve dilimler arasında parmakların kolayca girebilmesi için oyuk açılırdı.
Sonra portakal kabuğu , baştan uca doğru belirli dilim aralıklarında yesilirdi.
Bıçak bir kenara konur, iş parmaklara devredilirdi.
Baş kısmında açılan oyuk yardımıyla, dilimlenmiş portakal kabuğu portakaldan ayrıştırılır, ve neticede ortalama 5-6 kayık şeklinde portakal kabuğunuz olurdu.
Bu kabuklar, sonradan oynanmak üzere kenara atılırdı.
Soyulmuş portakalın dilimleri arasında iki elin başparakları sokulur ve kibarca yanlara açılaraktan portakal bölünürdü... Portakal suluysa, parmaklarınız vıcık vıcık olur, bazen akan portakal suyu baş parmağınızın bitiş yerini de geçerek bileklerinize ulaşırdı ki bu irenç bir durumdu! İnsanı portakaldan soğuturdu.

Kenara ayırdığımız kabuklara gelelim. Küçkken bu kabuklardaki beyaz bölümü, bir balıkçı edasıysal, turuncu bölümden sıyırmaya bayılırdım. Sıyrılmış turuncu bölüm nokta nokta olurdu... ortadan ikiye katladın mı suyunu fışkırtırdı. Portakal değil ama mandalina kabukları, arkadaşlar – kardeşler arasında doğal su tabancası görevini de görürdü... Ama ben küçükken hep korkardım onlardan, gözüme kaçarsa diye. Acıtırdı namussuz çünkü...

Detaylarıyla aktardığım bu usul, ben ortaokula kadar devam etti sanıyorum ki. Sonra nereden gördüm bilmiyorum, yep yeni bi usulle karşılaştım.... şaşırdım. Bir o kadar da heyecanlandım tabi... Artık sulu portakal kabusunun sonu gelmişti!

Bu yeni usulde, portakal boyundan değil, enine kabuklarıyla birlikte ince ince kesiliyordu. Ortaya 5-6 tekerlek dilimli portakal çıkıyordu. Sonra elle bu dilimler bölünüyor, çıkan minik minik portakal üçgenler, kabuğundan ağızla sıyrılarak yeniyordu. Bayıldım!! Bu usulü eve de getirmek istedim.. Zorlandım.

İlk zamanlar, annem beni bi payladı, “Doğru ye şunu” diyerekten. Sonra umursamaz oldu. Bakmıyordu bana. Portakalı yiyordum ya gerisi önemli değildi. Ama o, eski usulle yemeyi sürdürdü. Tabi babam da. Ablamın gözü bendeydi. Ama o da sanıyorum ki bu yeni usule hemen geçemeyecekti.

Nasıl oldu, kimden gördü bilmiyorum! Bir gün annem bu yeni usulü eski usulle birleştiren yep yeni bir çözüm buldu. Eminim ki benden kaynaklanmıyordu ama. Kesin bi misafirlikte felan gördü.
Annem protakalı eski usulle kesiyor, fakat son aşaması olan, dilimlerinden ikiye ayırma işlemi yerine, soyulmuş portakalı tekerlek dilimler halinde eninden kesiyordu.
Hiç sevmedim!

Yani brokrasi gibiydi! Annemin derdi belli, kabuklarından portokalı sıyırmak için dişlerini kullanmak istemiyordu.

Gelelim günümüze. Bu günlerde ben portokalı yeni usulle yemeyi sürdürüyorum.
Annemse, yeni usule ayak uyrdurmaya çalışıyor zaman zaman, ama yarattığı o melez usulle.

Efendim, işte bizim ailenin, liberal duruşu.
Afiyetler olsun.

5 Mayıs 2007 Cumartesi


9 Nisan 2007 Pazartesi

Paskalya'dan notlar

Yumurtamurta'nın büyük günü bu gün. Ve bu günler paskalya.
Şimdi bu günlere özgü geçmişe gidecek olursak, aslında pek de öyle can alıcı bir hikaye bulamam. Yani bir sabah uyandığımda neden tavukların rengarenk yumurtlamış olduğunu hiç sorgulamamışım...

Ama, neden "Burda" dergisindeki gibi, yumurtalara desen yapamıyor oluşumuzu hayli sorgulamışımdır. Gerçi annem büyük bir çaba sarfeder her sene, onlarca yumurtayı kırmadan pişirip, en az lekeyle boyamak için. Yine de ne hikmetse, her seferinde oldukça fazla fire verir ve mutlaka lekeli boyanır yumurtalar.
Buna rağmen, lekeli yüzlerini altlara saklayarak, koca bir çanağın içine dizilen rekli yumurtalar, üzerleri yağlı pamukla ovuldu mu acayip güselleşiverirler birden.

Yine bir ritüel olan, kendimi bildim bileli dizilen o aynı plastik yapraklar tabak altına önce bir serilir. Sonra en hasarlı yumurtalar altta olmak koşuluyla, renk homojenine dikkat edilmek suretiyle üst üste dizilirler ve en üste de muhakkak sahte fakat bir o kadar da rekli ve desenli yumurtalar, tavuk - civciv - tavşan gibi süslemeler eklenir.

Eskiden, içleri açılan emayeden yumurtalarımız vardı. Üzerleri desenli. İçlerine draje çikolatalar doldurur kapatır en üste bunları koyardık. Yoklar artık. Yerini başka bişiler aldı. Ama ben yine de onları özlüyorum.

Elbette bir de işin içinde çikolata vardır. Yine tavşan - yumurta ya da tavuk şeklinde çikolatalar.
Eskiden, bu çikolataların içlerinde de şekerler ve minik çikolatalar saklı olurdu. Onları çok severdim ama artık yapılmıyor.

Bir de senelerden bir sene, kinder süpriz yumurtası yeni mi gelmişti Türkiye'ye, biri mi getirmişti yurtdışından bilemiyorum ama ilk bir paskalya günüydü onunla tanıştım... Sonra her paskalya alınır oldu, sonra da özel özel günlerde, anacığım biz küçük kuşlarını sevindirmek için alıyordu. Son son kesildi. Almıyor artık : ) Sefgilim alıyor şimdi.

Annem beni işte böyle bir paskalya günü doğurmuş mesela. Her paskalya anlatılan bir olaydır bu da.
Garip olan ise, her paskalya her zaman aynı güne gelmez ve hatta, babam farklı annem farklı günler aynı olayın yaşandığına inanıp kutlar. Yine de ne hikmetse, 4 senede bir aynı güne denk gelir bu kutlama. O zaman her nedense daha fazla yumurta boyanır! anlam veremem...

Netice itibari ile, İsanın çarmağa gerilmesi ardından, tabuta konması ve fakat, mezarına gelenlerin, tabutta onu bulamaması, ölü bedeni yerine ise, bembeyaz elbiseleri ile karşılasması ve bunun üzerine İsa'nın göğe, Tanrı'nın yanına gittiğine inanmalarıdır bu bayramın bayram olmasının nedeni.

Yumurta olayı ise hayli karmaşık, ama şimdi burda bunları anlatarak propogandaya çevirmeyeyim olayı. Merak edenler araştırıversinler.

8 Nisan 2007 Pazar

Boşa

Aslında garipsememek lazım etrafta olup biteni.
Aslında kendi kendime dost olmam lazım da gülüp geçmem lazım.
Öyle bir dünyada yaşıyorum ki yalnız ben, bizzat ben kendim... başka pek kimse yok benden orda.

Onun için tuhaf karşılamamam lazım etrafta olup biteni. Kabul etmem lazım kişileri.
Zorlamamam lazım mesela, olamayacakları bir ben olmaya etrafımdakileri. Ve ayıplamam büyük hata, sevgisiz yapılanları.
Nasıl olsun ki? Ben bambaşka bir dünyada yaşıyorum yapayalnız.
Burada oksijen yok. Karbondiyoksit yok. Burada yer çekimi yok. Atmosfer yok. Nasıl olsun da aynı olsun ben ve bir başkası.

Onun için üzmemeliyim kendimi boşa.

31 Mart 2007 Cumartesi

Mahalleden

Mahallenin bakkalından sakınır olduk...
- Yeter be, bakkaldan da mı saklıyoruz ilişkimizi...
- Evet ya saklıyoruz. Bakkal görmesin şimdi. Bak bak orda bakbakkal amca... dur şimdi tutma elimi

Naapcaksa bakkal, anama mı söylicek, artık bilemem ama sakınıyoruz...
26 yaşında, sevgilisini bakkaldan saklayan insana tahammülü var sevgilinin henüz.

Kapıcıdan da sakınıyoruz mesela.
Tehlikeli kişiler bunlar, bakkaldı, kapıcıydı...
Yarın bi gün:
- sizin kızı da dün kapıda gördük, sefgilisiyle ooooooooh eve bırakıyodu sizin kızı, var mı ikinciye evlilik! yakın da mı? buralarda mı oturucaaalar onları da bunları da... Çöp varı mı çöp apla!

yok yok iyi böyle, sakınalım biz.

30 Mart 2007 Cuma

Bana göre;

Korku;
Başarısızlık
Şişmanlamak
Yalnız kalmak
Karanlık

Sevinç;
Hediye almak
Gülmek
Taktir görmek
Başlamak
ve Bitirmek

Öfke;
Yalan
Tembellik
Kullanılmak
Farkedilmemek
Nankörlük

Tutku;
Aşık olmak
Sakinlik

İnanç;
Dostluk
Aile
Huzur

demek.

Altın Yumurta yumurtlayan : Cuma

Cuma sabahı, yataktan kalkmaya çabalarken en büyük motivasyon o günün cuma olmasıdır aslen. Bıraksan akşama kadar uyuyabileceğini hissettiğin o gün yatakan kalkacak ve tertemiz, cicilibicili olacak gücü buluyorsan kendinde, o günün sonunda seni koccaman bir haftasonunun bekliyor oluşudur neden.
Gün bitmeye yakın, bitmekte olan haftanın dibinde ne kadar çok da tortu bırakmış olduğunu farkedip, terleyebilirsin. İşe o anlarda, Cumartesi bir altın yumurta gibi parlar zihninde, ve bomboş bekleyen cumartesiyi bu tortuları kaldırmaya adayacağına söz eder, günü bitirmeye karar verirsin.
Cumartesi aslen, cuma akşamı hissettiğin kadar verimli geçmeyecektir, bilirsin. Ama dersin "bu sefer öyle olmayacak" ve kalkarsın masandan, çekersin fişini ve kitlersin ofisin kapısını. İyi haftasonları dilersin gece bekçisine...

29 Mart 2007 Perşembe

Uyku Saati

Bu ne boktan bişey böyle. Sabahın köründe kalkamıyorum. Akşam 9da uykum geliyor saat 2 olacak neredeyse uyuyamıyorum. Ya insanın bi düymesi olsa, uyumak istdiğinde uyusa uyanmak istediğinde uyansa! birileri buna bi çare bulsa...
Yeter canım, tak etti... Tik tak saat sesi. Saatimi ilk kuduğumda, sabaha 8 saat 12 dakika vardı! şimdi nasıl olacak da uyanacam diye hesaplıyorum.
İşin kötüsü bu öyle boktan bir zaman ki yatakta geçirilen, bir işe de yaramıyor körolasıca da uyuyasıca. kalksam çalışsam desem olmuyor, TV seyresem desem olmuyor, yatakda da dön dur daralıyor insan! akla gelen binbir türlü hurdavattan telef oldum, yazıktır bana!
Sanıyorum ki bu zihnimi çok yorup da öte yandan hiç hareket etmemiş olmamdan kaynaklanıyor gün boyu! sanıyorum ki artık bi spor neyim yapma zamanıdır. ama deney fareleri gibi, yürüyüş bandı üzerinde, hiç yol almadan yürümek pek bana göre değil. Ya da dört tarafı kapalı ve içerisi, spor salonu, soyunma odası kokan terli yerlerde nefes nefese kalmak...
Ya genele bakacak olursak ne bana göre ki! Hatta kime göre kimde ki kimin elinde kimin cebi. ohoooo. herbişey karmakarışık. Herbiyer herbiyerde. dingonun ahırı.

24 Mart 2007 Cumartesi

Bahar mı geldi ne?!

Ben senin göbeğine uzanıyım, sen bir ağaç kovuğuna yaslan
Gölgesinde ağacın şekerleyelim, şekerim.

Güneş yaprak aralarından süzülüp, göz bebeklerimize çarpsın yer yer.
Yer yer gözümüz kapalı aydınlanalım.
Sen nefes aldıkça ben yükseleyim, verdikçe huzuruna gömüleyim.
Hafif bir de rüzgar essin saçlarıma doğru. Minik ellerinle düzeltesin, aklımda gezinenleri...

Zaman; güneşin sol yüzümüzden, sağ yüzümüze akması kadar sakin geçsin,
Çimenler üzerinde uzanırken biz, tek duyduğumuz yaprakların hışırdamaları olsun, noolursun.
Bir de kesik kesik vapur sirenleri...

19 Mart 2007 Pazartesi

10 Parmaklı Benciller

Dünyaya sadece ve sadece kendimiz için geliyoruz.
Her birimiz, kendisini düşünen bencilleriz.
Kendimiz için yaşıyor kendi dünyamızda dönüyoruz.
Aynı noktadan aynı noktaya gelmek için birbirimizin üzerinden atlıyoruz.
Birbirimizi görmeden kilomeyrelerce yol alıyoruz.
Dün üzerine bastığımız adam bu gün üzerimizden geçse ruhumuz duymaz, yarın ölse farketmeyiz. Sağımızdan yukarı, solumuzdan aşağı akan sular içinde, binbir çeşit balık var ancak biz elimizdeki midyelerle yetiniriz.
Ve bir gün sular kesilse, hiç üzülmeyiz.

Kendimiz için yaşayan ve kendimizi seven zavallı insanlarız.
Aynı günün içinde, zamanı parçalara ayırıp yaşıyoruz. Belirli zaman dilimlerinde uzanıp uyuyor, belirli zaman dilimlerinde uykumuzda yürüyoruz.

Yalandan seviyor, gerçekten sevildiğimizi sanıyoruz. Seviyor olmanın kurallarını koyuyor, bu kurallara göre sevgilimizi yemeğe çıkarıyoruz.
Küçük paketlerde hediyeler alıp, özel olduğuna inandığımız günlerde birbirimize veriyoruz. Hediye almadan hediye vermeyi sevmiyoruz. Aldığımız kadar veriyor, ancak aldığımızda gülümsiyebiliyoruz.

Gülümsemeye korkuyor, selam vermekten kolayca cayıyoruz. Mutlu edilmedikçe, mutlu etmeye yanaşmıyoruz.
Zamana karşı yarışıyor, ancak kaçıyor diye hiç korkmuyoruz.
Zavallı 10 parmaklı insanllarız. Serçe parmağımızı hiç kullanmıyoruz.

18 Şubat 2007 Pazar




Yazmak istemiyorum.
Yazacak tek kelimem bile yok. Yanıp sönen çizgiden çok daha iyiyim aslında ama... Yazabileceğimden çok daha fazlasını yazmak istediğim için olabilir, biraz tıkalıyım.
Bu gün uzaydaki bir elma gibiyim.
Bir elmayım. Uzaydayım. Boşlukta. Amaçsız. Yalnız.
Çürüyemiyorum, ama yuvarlanamıyorum da. Öyleceyim.
Kirlenemiyorum mesela, ama sulanamıyorum da bi yandan.
Azalamıyorum da, çoğalamıyorum da.
Bundan olsa gerek yazamıyorum...
Sıkışmışım, bi yandan da gevşeğim.
İki arada bi deredeyim. Gidecek pek çok yer, yapacak pek çok iş olsa da, varamıyorum da uzaklaşamıyorum da.
Etraf pek güsel, pek hoş. Renkli ve renksiz, havadar ve hafasız.
Nefes alamıyorum da veremiyorum da. Bi enteresanım.


6 Şubat 2007 Salı

Sokak Çiçekçisinin Hayatımdaki Yeri

Sokak çiçekçileri acayip bişi... Bi kere, bulunduğu sokağı, mevsim çiçeklerinin kokusu ile dolduruyor! Bir de birden fazla çiçekçi aynı hat üzerinde belli aralıklarla bulunuyor. Yani birini ıskaladın mı, diğerinde gözün kalacak, parayı bırakacaksın!

Sabah sabah alınan sokak çiçeği gibisi yok...
Bi kere en taze çiçek senin oluverir. Sonra senden aldığı para ille de "siftah"tır. Eline geçirir geçirmez, bütüüün çiçeklerin üzerinden gezdirir, bir dua okur. Sen de duanı alır ilerlersin. Dua almak önemli, insan kendini daha bi huzurlu hisediyor.
Bu nedenledir ki sabah sabah, sokak çiçekçisinden alınan çiçek için fazla pazarlık edilmez.

Bir de elinde bir demet mevsim çiçeği ile yürüyince başka biri oluverirsin. Sanırsın ki köşedeki çocuk kitapçısının sahibisin (bknz - You Have Got Mail)
Aman allahım.. Zıplayarak yürümeye başlarsın.
Sanırsın ki metronun merdivenlerini değil de, sarmaşıklar dolanmış sokakların arnavut kaldırımlarını çıkıyorsun.

güsel şey sabah alınan çiçekle yürümek.

E sonra bu çiçekçilerde rengaren bi sürü çiçek olur, döşerler böyle bol bol herbiryerde, sen ne kadar büyük bir demet alsan da gözün hep diğerlerinde kalır. Zira, sokaktan aldığın çiçek gözüne hep az görünür.
Sonra bir de baharda, el arablı çiçekçiler papatya satar. Ay bir demetle yetinemez, bütün arabayı almak istersin. Öylesi güseldir çünkü : ) bi an işi gücü bırakıp, sen de arabayla çiçek satmak istersin öyle bişidir.

Eh, bir de sokak çiçekçisinin güzelliği 24 saat açık olması tabi (bknz - Taksim Meydanı) Bu da ne demeeek?:
Birinin doğum günü-sevgililer günü-yıldönümü mü unutuldu?!
Sevgiliyle aralar mı açıldı?!
Ani bir misafirliğe eli boş gitmek olmaz mı?!?
Saatin hiç bir anlamı yok. Git en taze, en bol, en ucuz, en samimi buketi yaptır götür! Fazladan bir öpücük daha bile kaparsın!!
(Haydi bu da size küpe olsun)

İyi geceler...

Yaw Bırakırım Kardeşim - I


Bu sitenin varlığından haberdar nadir arkadaşlarımdan biri bir öneride bulundu.

Dedi ki:

Madem sigarayı bırakmak istiyorsun
Blog her derdine deva olsun
Yazarsın gün gün hislerini
Olursun sigarayı bırakanlardan biri
Yardımcı olur hem yazmak sana
Hem de gösterirsin başarını tüm dünyaya

Tabi bu kadar lirik bi anlatım olmadı onunki. Ve elbette bu kadar kötü de olmadı.

Sigara tam bir bağımlılık. Bir uyuşturucu bağımlısından tek farkın, hayata devam edebiliyor olman (geçici bir süre)
Neyse, tüm bu sigara mevzusu neticesinde kendi bedenimi hırpalayıp da ömrümü kısaltma fikri içimi daraltıyor.

İlk bırama teşebbüsümde, bu günlük olayını eski usul, defter ve kalemle yaptım ama sanırım paylaşmak insanda farklı bir sorumluluk yaratcak.

Evde bir dal sigara yok. Ve bu azaltma serüveninde dahi çuvallamak üzereyim. Bu soğukta sıcacık yatağımdan çıkıp da bakkala gitcem diye korkuyorum.

tik tak tik tak... zaman geçmiyor...

1 Şubat 2007 Perşembe

Çocukluğumdan kaldı - I

Yumurta Sepeti
Fırın Ağzı
HorHor Çeşme
Aynacılar
Kemancılar
Düz Bayır
Bitli Çayır...

Har Har Çalışıp Hor Hor Uyuyamama Durumu



Çok bilimsel ve teknolojik(!) olarak açıklıyorum.
Tüm gün, har har çalışıp da gecenin bir körü hor hor uyuyamamızın nedeni nedir?

Hemen izah ediyim: Bilgisayarında 32tane dosya aç... hepsi har har çalışsın. Sonra bilgisayarı çatanak diye kapamaya çalış bakalım!! olmaz işte öle.

Önce tek tek klasörlerinizi Save edip, kapatınız. Sonra Başlat butonundan bilgiayarı kapatınız. Aksi halde bilgiayarınız hır hır hırıldamaya başlar. Yanlardan dumanlar çıkarır.. bi an için pervalenelip havaya uçacak sanırsınız...

İşte saat 01:54 itibari ile, benim küçük aklım da shut down moduna geçemedi henüz. O da dosyalarını kapatıp biras dağılmak istedi tabi. Bu nedenledir ki bloga gelip bir kaçsatır tuşlamak istedi...

Tuşladı da nooldu?! Günün birinde delete edilecek bir post girmiş oldu.

İki de resim kesip yapıştırdı. Velhasıl uğraştı durdu...






28 Ocak 2007 Pazar

Uyuz Ayı



Annemin “uyuz ayı” lakabını taktığı bir oyuncak ayıcık.
Koları dikiş yerinden incelmiş, salkım salkım sallanıyor. Tüyleri öbek öbek birleşmiş, azbi az da sertleşmiş, hayli tozlu... Koyu kahve rengi bi ayıcık, burnu da sertmisert siyah kadifeden.
Hiç yanımdan ayırmak istemediğim bu oyuncak ayıyı hayal meyal hatırlıyorum.
Talihsiz bir günün ardından kaybetmiş olmasaydım sizlerle bir resmini dahi paylaşabilirdim.

Yazlıkta bir çocuk parkı ziyareti sırasında, hernasılsa kaybettiğim ve elim boş döndüğüm o günü bilinç altımdan tamamen silmişim. Annem anlatıyor:
Tahminine göre, salıncakta salladığım sevgili ayıcığı, pusete yerleştirmeyi unutarak! eve geri dönmüşüm! Hiç olabilir mi böyle bişi!!
Ama işte, hatırlamıyoruz ya... her türlü şapşallığa açık bir konu olarak, annemin yorumuna karşı gelemiyorsun... ve cocukluk tarihine bu şekilde geçiyor

Günlerce ağlamışım... Yerine bir başkasını koyamamışım... Zaman herşeyin ilacı dememişler boşuna... Bi şekil büyümüşüz...

Yep yeni oyuncakları bir kenara iterek, oyuncaklarına sadık bir çocuk olarak, en sevdiğim o en eski püskü ayıcığı pek çok severdim.
Seneler sonra, blogumda kendisini sevgiyle anıyorum...

Yılbaşı Ağacı Gelenekleri


Yılbaşı yakıncana geldi mi "Ağaç yapma" zamanı da gelmiştir. "Ağacı yapma" eylemi, hiç de öyle hafife alınacak bir görev değildir. Zira bir çok adımdan, değerlendirmeden geçer, giriş - gelişme - sonuçtan oluşur.

Evi kuran dişi kuş, aile bireylerinin toplanarak, hep birlikte, yeni yılın ağacına bir "cici" eklemesini şiddetle ve tüm sevimliliği ile diler. Ancak genelde kaçılır bu işten.

Nereye kaçabilirsin bilemem...
Dolapların en tepesinden, çocukluğumuzdan beri aynı eski koliler içinde özenle sarılarak saklanmış "ciciler" indirilir. Yeni alınanlar da bu cicilere eklenir. Her sene muhakkak yeni cici-ciciler alınır.

Önce ağaç açılır! Her bi dalı "doğal görünüm"ü yansıtması amacıyla tek tek şekillendirirsin.
Evirirsin çevirirsin, ayaklarını bir türlü yerleştiremezsin, ana bir yandan çeker, kızlar öte yandan. Güç ister bazen bu iş, baba da çağırılır...

Günler öncesinden, ağacın nerede duracağı çeşitli varyasyonlar hayal edilerek tespit edilmiştir: ("cam kenarında olmasın. Televizyonun yerini mi değiştirsek, burada yolu keser... "gibi)

Ağaç uygun yere yerleştirildikten sonra, ilk iş, ağacı ışıklandırmaktır. Işıklar ağaç üzerinde homojen olana kadar dağılır. Hiç bir zaman yeteri kadar ışıklı olmaz ağaç dişi kuşa göre.
Sonra sıra kolilerdeki "cici"leri teker teker açarak ağaca yerleştirmeye gelir. Her bir cici ağaca asılırken bir takım anılar depreştirilir. İlgili cicinin kim tarafından - nereden - kiminle alındığı vb hatırlanır. Kimi kişiler yadedilir...

Cici işlemleri bittikten sonra, son vuruş tepeye yapılır. Koccaman ağacın tepesindeki yıldız, genelde evin, tırmanmaya, uzanmaya, düşerkene havada yakalanmaya müsait küçüğü tarfından yapılır. Ne var ki, yaşı bir gün büyüdüğünde ve artık havada yakalanamayacak olduğunda dahi, bu görev ondadır. Ona yapışmıştır artık... Severek yapılır.

"Tepedeki yıldız"ın en büyük sorunu yamuk olmasıdır! Ağaç da genelde, tüm iş bittikten sonra baba tarafından mutlaka yamuk bulunur. İttirilir, kaktırılır...

Sonrası tam bir angaryadır. Boş koliler toplanır, dolapların üstüne yerleştirilir ve bu görev de, tıpkı yıldızı epeye koyma görevinin küçüğe yapışması gibi, dişi kuşa yapışıktır. (Zaman ilerledikçe kendisini pek çok "ağaç yapma" evresinde yalnız göreceğiz)

24 Aralık noelinin bir iki haftası öncesinde kurulan ağaç, her gün dişi kuş tarafından, gece oldu mu ışıklandırılır.
24 Aralık - 1 Ocak - 6 Ocak tarihleri ağacın varlığı önemlidir. 6 Ocak sonrası da bir iki hafta daha müsade edilir, bu ışıklı kocaman ağacın salonun merkez noktası halinde hayatını sürdürmesine.

Ama artık Ocak sonu gelindi mi "Ağacın kaldırılması" gündem konusu olur.
Kimin kaldıracağı konusuna ise bu sefer kiiiimsecikler yanaşmaz...

Koliler yine dolaptan indirilir, önce ciciler çıkartılıp tek tek özenle sarılarak koliye yerleştirilir, ışıklar dolanmasın diye (ki her zaman dolanır) sarılaraktan bağlanaraktan kaldırılır.
Ağaç kapatılır. Sarılır sıkıştırılır ve küçücük kutusuna yerlştirilir.
Merdiven alınır, dolabın tepesine çıkılır ve Ağaç faslı bir sonraki seneye kadar kapatılır.

Bu gün ağacımızı kaldırdık.
Dariyin parov hasnik

Sabah Yumurtası

Ne kadar geç yatarsam yatıyım, saat 10:00 dedin mi uyanıyorum.
Saat 2'de yatmış olsam, 8 saat eder.

Ne kadar erken yatarsam yatıyım, sabah 8:15'te kalkamıyorum.
Saat 11'de yatmış olsam, 9 saat eder...

Hangi hesaba göre kalkıyor bünye? Anlamadım...

Neşeli Günlerde Zıplamak

Neşeli geçen günün ardından, eve gelindiğimde bir şarkı çalıp, koridoru baştan sona koşaraktan, salondan odama dolanaraktan yaptığım bir nevi zafer dansıdır bu.

Evde kimsecikler yokken atılır.

Keyfe, keyif katar.
Sonunda nefes nefese kalınır ve beden yatağın üzerine sırt üstü serilir. Bakışlar tavana dikilir, şapşalca gülümsenir...

Sık sık yaşanmasında fayda var, zira insanın ömrüne ömür katar bu dans!

27 Ocak 2007 Cumartesi

Sabah Metrosu Sakinleri




Metro duraklarını dolduran, aynı renk takım elbise giymiş renkli kravatlı adamların ve yüzlerinde aynı renk ve marka makyaj olan kadınların
asık suratlarının arkasında, yatak odalarında bıraktıkları rüyaların tekrarı dönüyor.

Kimi kulaklarda MP3ün açılımı ardarda çalıyor. Kulaklıklardan taşan tempo adama sabah sabah çekilecek gibi gelmiyor...

Yerin altından süren yolculuk, deniz üzerindeki seyirlerin özlemini büyütüyor.
Her bir yanını iyot kokusu sarmış bu şehirde, denizi görmeden haftaları geçiriyoruz.

Merdivenleri koşarak inen ve koşarak çıkan insanlar, 8:30u geçirmiş olmanın telaşıyla hayatı mı yakalamaya çalışıyor? Yoksa, bir ihtar mailinin inboxlarına düşmesini engellemeye mi?

Saniyelerle kaçırılacak olan, hayatın 25-35 yaş arası yakaladığı altın çağ mı? 3 dakika sonra yeniden gelecek metro mu?

Yaşama amacı, zamanı yakalamak mı? Doğru saat aralıklarını paraya çevirmek mi?

İşte tüm bunları sorgular sabah metrosu sakinleri.

Anacığımla İş Dönüşü Sohpetleri

- Kızım geldin mi?
- ...
- Geç geldin bu gün. Geç mi çıktın?
-...
- Aç mısın?
- Hayır
- Tok musun?
-...
- Çok güsel sulu köfte vardı sen seversin. koyiyim mi?
- İstemem tokum
- Azcık bile istemiyo musun? Karnıbahar salatası var ondan yer misin?
- tokum mama istemem.
- Ne yedin?
- Pizza
- Nerde yedin?
- Kimlerleydin?
- Bizden biri var mıydı?
- Kim kimdiniz?
- Bizden bizden bizden...
- ...
- Odanı ne zaman toplican?
- Kullanmadığın ayakkabıların var mı? Ayır onları
- Yok mama
- bi sürü ayakkabı var burda. Hepsini giyiyo musun?
- ...
- Kirli mi bu gömlek?
- Bu çorap kirli mi?
- Çikolata yer misin bak çok güsel?
- Senle de hiç konuşulmuyo....

....
....
....
tüm bu sorulara cevap verdiğimi bir düşün.
daha fazlasını sormayacağını nereden biliyorsun!

Zamanı Gelmedi mi?


Zaman ne kadar da kıymetli! ne kadar çok şey var o "zaman" içine sığdırılması gereken...
Ama ne hikmetse, bu zaman - bu para ile satın alınamayacak doğal kaynak- paraya satılıyor.
Her gün aynı saatte başlayıp belli olmayan bir saatte sona eren "mesai" için saatine para alıyoruz.
Öyle bir para ki aldığımız, harcayacak zamanımız olmuyor kazanmaktan. Ve harcadığımız para, yine zaman harcamaya yarayan "para kazanma serüveni"ne bir yatırım oluyor.
Sıcacık yatağımızdan - sevdiklerimizden - doğadan - müzikten - renklerden - denizden - hayattan uzak geçirdiğimiz zaman, beklemekle geçiyor... Zamanı gönlümüzce geçireceğimiz zamanın gelmesini beklemekle...

Yumurta Testi

yumurtanın yarısını ipana ile fırçalıyoruz.
Sonra da içi sirke dolu bir bardağın içinde bekletiyoruz.
Bir süre sonra fırçalanmayan taraf çıtırak diye kırılıveriyor.
İpana ile fırçalanan taraf ise
- tık tık
sağlam!

toto her gün kendini güsel şeylerle fırçalar!

güsel şeyler: her an karşına çıkabilir....

Gülümsemenin Ayağa Düşmesi

Öyle zamanlar var ki; gülümsemek ağırıma gidiyor.
İnsan hiç bir mimik kullanmadan boş boş bakmak isteyemez mi?

Surp Hagoplar - Noeller - Paskalyalar - Nişan - Düğün - Söz - İadeyiziyaretler - Toplantılar - Günaydınlar- İyi akşamlar - bitmek bilmeyen bir tebessümdür gidiyor...

İnsanın tebessüm etmesi bu kadar kolay mı ki?
Bırak ben kendime şaşıyorum. Bana nası şaşmasınlar

Bir çok kişisel gelişim kitabında görürsün, "Durup duruken gülümseyin! Gülümsemekten çekinmeyin! Siz gülümsediğinizde karşınızdaki de size birden gülümseyecektir! Gülümsemek; denize atılmış bir taşın yaydığı dalgalar gibi yayılır ve büyür!"
Deli miyim ben ki durup duruken gülümsicem!

Bence bu düşüncedeki insanlar, gülümsemeyi ayağa düşürüyorlar.
Gülümsemek de bence sevişmek gibi özel kalmalı.

Gülümsememi ayağa düşürdü şu kişisel gelişim kitapları!

Pazartesi sabahı motivasyonları

Gece yatmadan önce kaç dakika olduğunu bilmeden saatini ileri al!
Böylece sabah erken kalkarsın.

Hafta arası kendine bişiler almalısın ki;
Sabah kalktığında yenilerini giymenin heyecanı seni yataktan kaldırsın.

Yataktan kendini atar atmaz, (kesinlikle radyo olmaz!) CDnin play tuşuna basmalısın!
Ve azcık da kalçanı salla : )

Tuvalette yüzüne uzun uzun bakma sakın!
Sadece şööööyle bi bak geç.

Sevdiğin birini uyandır (telefon kullanabilirsin) ve ilk ona günaydın de.

Ofisin kapısından içeri girdiğinde kooooocaman gülümse...

Bana sonra teşekkür edersin...

Başladı!

aklımın gerilerindekinin öne geçmesinin zamanı geldi.
kendim olan kendim için bir yaşama alanı buldum.

yaşam alanıma hoşgeldin!